ALİ EKBER ATAŞ
gülün tam ortası süreya
cemal süreya’ya
istanbul
kederli ömrüm
Kırmızı bir kuştur soluğum
konacak çatı arar
gülün tam ortası süreya
oysa cemal’eydi konukluğum
sıyırıp geçiyor galata’yı
istanbul
kuşluk vakti
20 Mayıs 2010 Perşembe
mavi telaş
ALİ EKBER ATAŞ
mavi telaş
f. h. dağlarca’ya
kadıköy’de
karşıma çıkar diye dağlarca
önüm ilikli geziyorum
dağlarca bir ağrı mı bu
türkçe’de ki bir dağ mı yoksa
sesten sese tırmanıyor
zirveler kar sürgünü
etekler
mavi telaş
mavi telaş
f. h. dağlarca’ya
kadıköy’de
karşıma çıkar diye dağlarca
önüm ilikli geziyorum
dağlarca bir ağrı mı bu
türkçe’de ki bir dağ mı yoksa
sesten sese tırmanıyor
zirveler kar sürgünü
etekler
mavi telaş
söyle attila dünya ozanı
Ali Ekber ATAŞ
söyle attila dünya ozanı (*)
attila josef’e
söyle attila acının lav yatağı
ölümlerden kav mı taşır
katar katar turnalar insandaki ormana
çarpanlarına mı ayrıldın
ölümün kütüğünden kara tren geçerken
ah ninatta içimin aşk tableti güneşimin hitit bahtı
mısır değirmeninde kleo pişirip iskender’le işi
fravun’u övütmek çoban musa’ya düştü
ne iskenderiye kaldı ne denizde feneri
ramses’i unutmadık gömdük içimize kadeş’i
hattuşaş tabletlerini yazanım bil ki
iskender doğmamıştı henüz
söyle attila hüznün baladı
hangi günün batımı doğurmadı ki sabahı
bu sessiz coğrafyanın ilamı eylül olsun
şiirler uç verir umutlara al yanaklı
attila annesizliğin bozlağı umudun macargil hali
hat boylarında tutuşturup yasını
acının zeytin türküsünü bizimle sesledin
annesiz büyümeme ömür ekledin
söyle attila nar içi şavkım
ölümün nuh zamanı mı ki biz ona biat edelim
dağlarca bir ağrının türkçe sesleriydik biz
nuh’tan evvel anadolu’da
tufandan sonra şiir gemisindeyiz
boşluğa itip dünyayı müebbetlik döndürdük
fakat josef attila dünya ozanı
evrenle ölçülmek varken serde
sırası değil ağlamanın susmanın asla
şairgen yaşamından anladım
yeşerdi adım adım ölüme yürüyüşün
22 kasım 2009-21 şubat 2010/Kartal
(*) Sincan İstasyonu Mayıs 2010 sayısında yayımlandı
söyle attila dünya ozanı (*)
attila josef’e
söyle attila acının lav yatağı
ölümlerden kav mı taşır
katar katar turnalar insandaki ormana
çarpanlarına mı ayrıldın
ölümün kütüğünden kara tren geçerken
ah ninatta içimin aşk tableti güneşimin hitit bahtı
mısır değirmeninde kleo pişirip iskender’le işi
fravun’u övütmek çoban musa’ya düştü
ne iskenderiye kaldı ne denizde feneri
ramses’i unutmadık gömdük içimize kadeş’i
hattuşaş tabletlerini yazanım bil ki
iskender doğmamıştı henüz
söyle attila hüznün baladı
hangi günün batımı doğurmadı ki sabahı
bu sessiz coğrafyanın ilamı eylül olsun
şiirler uç verir umutlara al yanaklı
attila annesizliğin bozlağı umudun macargil hali
hat boylarında tutuşturup yasını
acının zeytin türküsünü bizimle sesledin
annesiz büyümeme ömür ekledin
söyle attila nar içi şavkım
ölümün nuh zamanı mı ki biz ona biat edelim
dağlarca bir ağrının türkçe sesleriydik biz
nuh’tan evvel anadolu’da
tufandan sonra şiir gemisindeyiz
boşluğa itip dünyayı müebbetlik döndürdük
fakat josef attila dünya ozanı
evrenle ölçülmek varken serde
sırası değil ağlamanın susmanın asla
şairgen yaşamından anladım
yeşerdi adım adım ölüme yürüyüşün
22 kasım 2009-21 şubat 2010/Kartal
(*) Sincan İstasyonu Mayıs 2010 sayısında yayımlandı
Erdost’u Kucaklasak
Ali Ekber ATAŞ
Erdost’u Kucaklasak
i. erdost’a
I.
Erdost’u kucaklasak,
örseli mavi telaş.
Şuramdan bir göç kalkar
Türküler sarsılarak.
Bekledik,
Bekledik,
bekle de dik:
Öyle bir yerimize
dikildi ki, şahbaz;
yanan nara,
savrulan küle
kefenin lüzumu yok,
Kasımlar hiç bitmeyecek
II.
Düşün ki,
Yunus gibi:
Ballar balını buldum
Kovanım yağma olsun
rönesansçı coşkuyla
kucaklayıp dünyayı
insanı omuzladık
yer yerinden oynadı
göğün umurunda mı
yattığımız da oldu
şiirin bahanesine
hatta kaburgalarımızdan olduk
herdostun ölümünde
III.
herdostla kucaklaşsak
desek ki sevdadır bu
hüznüne yenik su
hüzne vefa bağır dolusu
daldırma gül korusu
alaz dilli türküler
sus ve ağla
ağla ve öl
de ki:
yarınan nar gibiyim
her mevsimim göçebe
içimdeki haneden
IV.
bir yürek
gülen bıyıklarının yanında duruyordu ki öyle
en esmer yarasından
eylülü boşaltıyor
dudağında uçurumlar
sabahımız askıda
sabrımız sınanıyor
canlar pahası
doğru ya senin kaburgalarında kırık
bizim ki kalbimizde
ömürcül bu ayrılık
20 ekim 2000/28 aralık 2009
Erdost’u Kucaklasak
i. erdost’a
I.
Erdost’u kucaklasak,
örseli mavi telaş.
Şuramdan bir göç kalkar
Türküler sarsılarak.
Bekledik,
Bekledik,
bekle de dik:
Öyle bir yerimize
dikildi ki, şahbaz;
yanan nara,
savrulan küle
kefenin lüzumu yok,
Kasımlar hiç bitmeyecek
II.
Düşün ki,
Yunus gibi:
Ballar balını buldum
Kovanım yağma olsun
rönesansçı coşkuyla
kucaklayıp dünyayı
insanı omuzladık
yer yerinden oynadı
göğün umurunda mı
yattığımız da oldu
şiirin bahanesine
hatta kaburgalarımızdan olduk
herdostun ölümünde
III.
herdostla kucaklaşsak
desek ki sevdadır bu
hüznüne yenik su
hüzne vefa bağır dolusu
daldırma gül korusu
alaz dilli türküler
sus ve ağla
ağla ve öl
de ki:
yarınan nar gibiyim
her mevsimim göçebe
içimdeki haneden
IV.
bir yürek
gülen bıyıklarının yanında duruyordu ki öyle
en esmer yarasından
eylülü boşaltıyor
dudağında uçurumlar
sabahımız askıda
sabrımız sınanıyor
canlar pahası
doğru ya senin kaburgalarında kırık
bizim ki kalbimizde
ömürcül bu ayrılık
20 ekim 2000/28 aralık 2009
gül alıp gül satardık kasım zamanı
Ali Ekber ATAŞ
gül alıp gül satardık kasım zamanı
i. erdost’a
I.
gül ki
türküler harmanında
bindallı sevincimiz
bin dalında alazı
dalıp dalıp gülistana
gül alıp gül satardık
kasım zamanı
gönül terazisinde ey dost
insan aradık.
II.
düşün ki
kaburgalarında kırık
damarlarında yırtık
dikiş tutmuyor
ilhan’a sorduk
biraz morumsuluk
biraz dalgınlık
sarı bir sağırlık esmer teninde
gün ortasında tam
türküler uykudayken
şafağın alazında cebimizde kefen
mavi tebessümler düşürdük yere
gökçesiz gönlümüze
nazar kıl söz boncuğu
kasım zamanı
dudağında mor salkımlar
dilinde ezilmiş kelimeler
yüzünde hareleri
kızılımsı gelincik şakaklarında
salkım bakışlarında şaraplık hüzün
uzanıp alıyorum gözaltlılardan
hayyam kesiyor fikrim
III.
kucaklayıp kaldırmak geldi içimden
gövdemi sarkıttım düştüm ağaçtan
içimdeki ormanda başladı yangın
doğrulup baktım ki
iki nehir gibi akıyor
iki yanımda kollarım
gül harmanında şimdi
kasım zamanı
türküler uç verir
umutlar alaz alaz
13 aralık 2009/08 mart 2010
gül alıp gül satardık kasım zamanı
i. erdost’a
I.
gül ki
türküler harmanında
bindallı sevincimiz
bin dalında alazı
dalıp dalıp gülistana
gül alıp gül satardık
kasım zamanı
gönül terazisinde ey dost
insan aradık.
II.
düşün ki
kaburgalarında kırık
damarlarında yırtık
dikiş tutmuyor
ilhan’a sorduk
biraz morumsuluk
biraz dalgınlık
sarı bir sağırlık esmer teninde
gün ortasında tam
türküler uykudayken
şafağın alazında cebimizde kefen
mavi tebessümler düşürdük yere
gökçesiz gönlümüze
nazar kıl söz boncuğu
kasım zamanı
dudağında mor salkımlar
dilinde ezilmiş kelimeler
yüzünde hareleri
kızılımsı gelincik şakaklarında
salkım bakışlarında şaraplık hüzün
uzanıp alıyorum gözaltlılardan
hayyam kesiyor fikrim
III.
kucaklayıp kaldırmak geldi içimden
gövdemi sarkıttım düştüm ağaçtan
içimdeki ormanda başladı yangın
doğrulup baktım ki
iki nehir gibi akıyor
iki yanımda kollarım
gül harmanında şimdi
kasım zamanı
türküler uç verir
umutlar alaz alaz
13 aralık 2009/08 mart 2010
erdost’u kucaklasak
Ali Ekber ATAŞ
erdost’u kucaklasak
i. erdost’a
I.
erdost’u kucaklasak,
örseli mavi telaş
şuramdan bir göç kalkar
türküler sarsılarak
bekledik
bekledik
bekle de dik
öyle bir yerimize
dikildi ki, şahbaz
yanan nara
savrulan küle
kefenin lüzumu yok
kasımlar hiç bitmeyecek
II.
düşün ki
yunus gibi
Ballar balını buldum
Kovanım yağma olsun
rönesansçı coşkuyla
kucaklayıp dünyayı
insanı omuzladık
yer yerinden oynadı
göğün umurunda mı
yattığımız da oldu
şiirin bahanesine
hatta kaburgalarımızdan olduk
erdost’un ölümünde
III.
erdost’la kucaklaşsak
desek ki sevdadır bu
hüznüne yenik su
hüzne vefa bağır dolusu
daldırma gül korusu
alaz dilli türküler
sus ve ağla
ağla ve öl
de ki
yarınan nar gibiyim
her mevsimim göçebe
içimdeki haneden
IV.
bir yürek
gülen bıyıklarıyla öyle
duruyordu ki, dudağının üstünde
en esmer yarasından
eylül’ü boşaltıyor
sabahımız askıda
sabrımız sınanıyor
canlar pahası
doğru ya
senin kaburgalarında kırık
bizim ki kalbimizde ilhan
ömürcül bu ayrılık
nasıl ulansak
20 ekim 2000/08 mart 2010
erdost’u kucaklasak
i. erdost’a
I.
erdost’u kucaklasak,
örseli mavi telaş
şuramdan bir göç kalkar
türküler sarsılarak
bekledik
bekledik
bekle de dik
öyle bir yerimize
dikildi ki, şahbaz
yanan nara
savrulan küle
kefenin lüzumu yok
kasımlar hiç bitmeyecek
II.
düşün ki
yunus gibi
Ballar balını buldum
Kovanım yağma olsun
rönesansçı coşkuyla
kucaklayıp dünyayı
insanı omuzladık
yer yerinden oynadı
göğün umurunda mı
yattığımız da oldu
şiirin bahanesine
hatta kaburgalarımızdan olduk
erdost’un ölümünde
III.
erdost’la kucaklaşsak
desek ki sevdadır bu
hüznüne yenik su
hüzne vefa bağır dolusu
daldırma gül korusu
alaz dilli türküler
sus ve ağla
ağla ve öl
de ki
yarınan nar gibiyim
her mevsimim göçebe
içimdeki haneden
IV.
bir yürek
gülen bıyıklarıyla öyle
duruyordu ki, dudağının üstünde
en esmer yarasından
eylül’ü boşaltıyor
sabahımız askıda
sabrımız sınanıyor
canlar pahası
doğru ya
senin kaburgalarında kırık
bizim ki kalbimizde ilhan
ömürcül bu ayrılık
nasıl ulansak
20 ekim 2000/08 mart 2010
insan nar misali
ali ekber ataş
insan nar misali
bir yaz günüydü gözlerin
açtın
uyandık
üstümüzde gök örtüsü
renklerin en güzelini açmışık
çocuklar
dal gövdelerimizden sarktılar
ortalık bi kalabalık bi kalabalık
cıvıl cıvıl rengarenk uçurtmalar
insan-
-nar
misali
hem kendiliklerinden yanar
hem de nar-ı-nan pişer kendileri
2002/4 eylül 2005
insan nar misali
bir yaz günüydü gözlerin
açtın
uyandık
üstümüzde gök örtüsü
renklerin en güzelini açmışık
çocuklar
dal gövdelerimizden sarktılar
ortalık bi kalabalık bi kalabalık
cıvıl cıvıl rengarenk uçurtmalar
insan-
-nar
misali
hem kendiliklerinden yanar
hem de nar-ı-nan pişer kendileri
2002/4 eylül 2005
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)